FABRİKAYI SEVİYORUM
- Kahraman Çayırlı
- Nov 12
- 2 min read

Üçüncü günüm bugün. Ama yine sanki ilk günümmüş gibi hissediyorum. Bir kere fabrika, hayal ettiğimden çok çok daha büyük. Bizim köyün yaslandığı dağlar kadar büyük makinelerle dolu içerisi. Çok gürültülü. Ama çok dağınık bir gürültü de değil hani. Makinelere yaklaştıkça kulaklar o makinenin ritimli gürültüsüne alışmaya başlıyor. Metalik bir şarkı gibi.
Minibüse bindiğim o öğleden sonradan beri her şey bir başka. Sanki kendimi dışarıdan izliyorum. Uykuda rüyada kendinizi uzaktan izlersiniz, aynı öyle. Her şey, tüm hayatım değişti. Yakalarda zeytin toplarken, şimdi burada olduğuma inanamıyorum bazen.
Çeşit çeşit arabalar, otobüsler, pazar yerleri en önemlisi de deniz, anlatacak o kadar çok şey var ki. Bu yaşıma kadar yaşadığımın, gördüğümün bin katını, işte şurada üç günde gördüm, hissettim, ne tuhaf. Filmin içindeyim de, kendime bakıyorum.
Hele akşama doğru, fabrika çıkışında, o denizin rengi, göğün güzelliği, karşı yakalar. Nasıl anlatılır. Köyden gördüğümüze kayıl olurduk. Bu yeni manzaraların yanında hiçbir şeymiş.
Hele o tren. Tünellerden, bizim köy gibi bir yığın köylerden geçti. Camlardan bakması, o manzaralar ne güzelmiş. İnsanın inesi gelmiyor. Sonra trenden indikten sonrası. Kalabalık yollar, dağ gibi apartmanlar. Nereye bakacağını şaşırıyor insan. Haftadan haftaya Yenipazar'a iniyorduk da, Yenipazar'ı çok büyük sanıyorduk. Burada sanki milyon tane Yenipazar'ı ucuca eklemişsin. Tahinli pideye indiğimiz çarşı yeri, buralara göre sade bir nokta kadar kalıyor.
İlk akşam fabrikanın uğultusu kulağımda kaldı bayağı. Gece bile sanki ara ara gürültü geri geldi yatağımda. Öyle garip ki. Tek el değmeden, buğdaylar tren yolu gibi yerlerden geliyor. Tekerleklerle nasıl bir düzen kurmuşlar. Buğdaylar değirmene gidiyor biz dokunmadan. Orada eleniyor, kendince ayıklanıyor, yıkanıyor bile. İnsan eliyle o kadar hızlı, temiz iş çıkarılmaz, mümkün değil. Bu makineler hepimizi işsiz bırakacak diye konuşuyorlar, duydum birkaç kere. Aman köye geri dönesim yok daha. Şehrin ışığını, havasını yeni tatmışım, hiç geri dönesim yok.
Yıkandıktan sonra kırmayı da yapıyorlar değirmende. İsviçre malıymış bütün bu makine, düzen. O değirmenden irmik olarak çıkıyor artık buğday. İrmik olduktan sonra bildiğimiz hamur gibi yoğruluyor. Kendi kalıpları var ebat ebat. Orada kalıplanıyor, kurutuluyor. Oradan bildiğimiz makarna olarak görünüyor artık. Paketlere dolduruluyor. Neredeyse hiç el değmiyor.
Kapıdan girmeden önce beride bir sürü kamyon durur. Bu kadar makarna, paket paket, koli koli, kim yiyecek bu kadar makarnayı diye düşünüyorsun. Ama yabancı ülkelere bile gidiyormuş, ta oralarda bile satılıyormuş. Garip geliyor insana.
Hiç durmuyor makineler. Neredeyse hiç hata yapmıyorlar. Bizim dâhil olduğumuz kısımlar o kadar az ki. Çok memnunum verecekleri paradan. Zeytinde o kadar para geçmez eline. Her ay hele. Tütünde zaten para yok, ellerinin yarası geçene kadar yıl bitiyor. Bu fabrika işi, gerçekten güzel iş, temiz iş. Saati belli, yapmamız gerekenler belli. Buğdaylar nereden, hangi köylerden geliyor acaba?
İdari bina tam karşısında kapının. İki kere sigara molası var, idari tarafa gözükmeyin diyorlar. Çok ferah, çok aydınlık geliyor bana fabrika. Olduğumuz yer çukurlukta ama hiç basmıyor insanı. Diğerleri alışmış artık, çok sıradan geliyor her şey onlara. Ben daha her şeyi merak ediyorum.
Bu kadar yüksek binalar nasıl ayakta duruyor. Tren bile bizim köyden geçse ne kadar ihtişamlı durur. Oysa burada varlığı bile anlaşılmıyor dev binalardan.
Biraz zaman geçtikten sonra lojmana yerleştirilme şansım varmış ama kesin değilmiş. Hiç dert değil, geçici olarak buluverdikleri yerden de gayet memnunum. Fabrikanın arka tarafında kalıyor. Yürümeyle on dakika ancak. Hiçbir şey değil. Ben köyde bu yürüdüğümün kaç katını yürüyorum her gün. Gün sonunda elimde ne kalıyor. Hiçbir şey. Fabrikayı seviyorum.






Comments