KARANLIK
- Bahtışen Atak
- Nov 6
- 3 min read

Gözlerini açıp karşıya baktığında, yüzünü örten tül parçasının arkasında bir çift kara göz gördü. Başını kaldırıp o kara gözlerin sahibini daha iyi görmek istedi ama kaldıramadı. Bu tül parçasını başına örttüklerinde, ona başını kaldırma demişlerdi. Tülün ağır kokusu nefes almasını zorlaştırıyordu. Bir yerlerden tanıdık geliyordu bu koku.Neydi, neydi? diye düşündü. Ne zaman duymuştu bu kokuyu?..
Kara gözlerin hâlâ ona baktığını hissediyordu.“Tamam, hatırladım,” dedi içinden.Ama sesini çıkaramadı. Konuşma, denilmişti. Yeni bir oyun muydu bu?
Fakat o oturuyordu; kalabalık oynuyordu, gürültülü bir müzikle. Arkadaşları da dans ediyordu.Oysa o kalkamıyordu tahta sandalyeden.Aslında o da bir sandalyede oturmayı çok istemişti. Evlerinde yalnızca dört sandalye vardı; onlara babasının misafirleri gelince otururlardı. Her zaman çıkmazdı sandalyelere. “Yerde oturmak daha güzelmiş,” diye düşünmüştü bir zaman.Ama bu sandalye çok sertti, canını acıtıyordu.Of, dedi içinden. Kalkamam ki.
Yavaşça, kimsenin fark etmediğini umarak başını usulca kaldırdı. Bir çift kara gözle karşılaştı; yine ona bakan bir çift kara göz.
Rüya mı görüyordu?Bu küçük kız, erkek kardeşinin kitabındaki çocuklara benziyordu: kırmızı elbisesi, omuzlarına dökülen saçları, gözlerinin üstünde biten kâkülleri, kırmızı ayakkabıları ve beyaz çoraplarıyla...
Nasıl da severdi o kitabın resimlerine bakmayı.Evet, bu kız o kitaptan çıkmıştı.Bir kez daha görmüştü onu; tıpkı kitapta olduğu gibi bir kadınla bir erkek elinden tutuyordu. Bir de ondan biraz uzun bir oğlan çocuğu vardı yanlarında. Artık nerede gördüğünü de biliyordu: evlerinin ilerisindeki tel örgülerin arkasında.Yoksa kitaptakiler miydi onlar?
Sandalye canını acıttıkça düşünceleri birbirine karışıyordu.Annesi kitaplara baktığında kızar, seslenirdi:
— Kalk, kardeşine bak! Sofra hazırlanacak... Baban görmesin!
Daima karanlık olan evlerinde babası gelince her şey daha da kararırdı. Kitaptakiler gibi değildi babası; buruşuk suratı hiç gülmezdi. Önce o yemek yer, önce o uyurdu.Gerçi annesinin de güldüğünü pek görmemişti. Hele de eve gelen o kadından sonra...“Abla diyeceksiniz,” demişti annesi.
Annesi... Neredeydi annesi?Etrafa usulca bakındı. Başını kaldırdığını kimse fark etmemişti nasıl olsa.“Şu tülün de kokusu olmasaydı,” diye söylendi kendi kendine.
Annesini gördü; kapının yanında ağlıyordu. Zaten o adamlar geldiğinden beri hep ağlıyordu.Annesinin güldüğünü görmediği gibi, ağladığını da pek görmemişti aslında.“Bu da mı oyunun bir parçası?” diye düşündü.
Mutlu mu olmalıydı?Bu kadar uzun süredir oyun oynamasına izin verilmezdi ki.Topladıkları taşlarla, evlerden getirdikleri birkaç şeyle oyun kurarlardı tozlu kapı önlerinde.Ama şimdi çok sıkılmıştı...Bu kadar gürültünün içinde sessiz kalmaktan.
Bir an kalkmaya çalıştı.Ayaklarına dolanıyordu giydirdikleri beyaz elbise; düşmesin diye belinden sıkıca bağlamışlardı.Ellerini bile bulamıyordu elbisenin kollarının içinde.Niye beni ebe seçtiler ki?
Başını usulca kaldırıp gözleriyle o kara gözleri aradı.Bir an, tel örgünün diğer tarafındaydı küçük kız. Kendisinden bir karış kısa gibiydi ama küçük görünüyordu.Belki de kitaptan çıkıp gelmişti, oyunlarının içine...
Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.Hatırlamıştı artık: yüzünü örten tülün kokusunu.Büyük ninesi öldüğünde duymuştu bu kokuyu.Kırık sandıktan çıkan beyaz bezden gelmişti o koku.Bir an düşündü.Yoksa ben de mi öldüm?
Yaşlar sicim gibi akıyordu.Sandalyesinden kıpırdamaya çalıştıkça canı acıyordu.Bu oyun bitsin istiyordu artık.Ne kadar zaman geçtiğini bilemiyordu. Gürültü susmuş, kalabalık azalmıştı.
İki kadın yanaştı yanına. Nihayet kaldırdılar onu o tahta sandalyeden.Nereye gittiğini bilmeden, kadınların kollarında sürükleniyordu.İki yana salınan örgüleri bile ağır geliyordu artık.Oyunun bitmesi için dualar ediyordu.
Bir daha oyun oynamayacaktı.Söz verdi kendi kendine.Kendine bakacak, sofra kuracak, tüm işleri yapacaktı.
Bu düşüncelere dalmışken, gıcırdayan kapının sesiyle irkildi.Bu kez oturduğu yer yumuşacıktı.Ne yapıp ne yapmamasını söylememişlerdi. Kadınlar sessizce çıkmıştı.
Küçücük pencereden güneşin kaybolduğunu fark etti. Akşam olmuştu.“Birazdan eve gidip kardeşlerimin yanına kıvrılıp yatarım,” diye düşündü.İçini çekti.Kokuyu artık duymuyordu; alışmıştı galiba.
Kapının gıcırtısıyla bir kez daha irkildi.Başını kaldırdığında, içeri girip sandalyeye oturan amcayı gördü.Amca da oyunda mıydı?
Sonrası karanlıktı...Tıpkı kırmızı elbiseli küçük kızın kapkara gözleri gibi.
Tek fark, kara gözlerdeki pırıltı yoktu artık...Onun KARANLIĞINDA.






Comments